Bir davada taraf ehliyeti, dava şartlarından (HMK m. 114/1-d) olup, taraf ehliyeti ise medenî haklardan yararlanma ehliyetine sahip olmakla mümkündür (HMK m. 50). Medeni haklardan yararlanma, yani hak ehliyeti, tam ve sağ doğum koşuluyla ana rahmine düşme anında başlayıp, kişinin ölümüne kadar devam eder. Dolayısıyla gerçek kişilerin kişiliği ve medeni haklardan yararlanma ehliyeti ölüm ile son

bulduğundan, ölen kişinin davada taraf olma ehliyeti ortadan kalkar ve onun temsili de düşünülemez.( TBK m. 513) Çünkü objektif dava ehliyeti, bir kimsenin bizzat veya iradesi ile tayin ettiği bir temsilci vasıtasıyla kendi adına bir davayı yürütmesi ve buna ilişkin usul işlemlerini yapmasıdır (TMK m. 28). Bu nedenle, terekeye dahil olmayan, ölümden sonra da hukuken mirasçılara intikal etmesi mümkün bulunmayan haklardan dolayı mirasçıların dava açma olanağı bulunmamaktadır.

12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 55/1. maddesinin; “Taraflardan birinin ölümü hâlinde, mirasçıların mirası kabul veya reddetmemişse, bu hususta kanunla belirlenen süreler geçinceye kadar davanın erteleneceği, bununla beraber hâkimin, gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde, talep üzerine davayı takip için kayyım atanmasına karar verebileceği” hükmü uyarınca, yargılama sırasında taraflardan birinin ölmesi halinde, ölen tarafın ehliyeti sona ereceğinden, ölen kişinin veya kural olarak vekilinin davaya devam etmesi mümkün olmayıp, sadece bu kişinin mirasçıları tarafından, dava konusunun ölenin mal varlığına ilişkin olması ve dava sonunda verilecek hükmün olumlu veya olumsuz bir şekilde mirasçıların haklarını etkilemesi durumunda davaya devam edilebilir. Bu halde, ölen tarafın mirasını reddetmeyen mirasçılarının, davayı, mecburî dava arkadaşı olarak hep birlikte takip etmeleri gerekir. Ne var ki mirasçılara intikal etmeyen, tarafın ölümü ile konusuz kalan davalarda bu hükmün uygulanmasına gerek bulunmadığı izahtan varestedir.

Ancak dava sırasında taraflardan birinin ölümü ile ölü birine karşı dava açılması farklı sonuçlar içermektedir, bu sebeple dava sırasında taraflardan birinin ölümü ile ölü birine karşı dava açılması aşağıda ayrı başlıklar halinde ele alınmıştır.

Dava Sırasında Taraflardan Birinin Ölümü

Türk Medeni Kanun’na göre, miras, ölüm ile açılır ve varislerin miras hakkı bu andan itibaren doğar ve yasal güvence altına girer. Yasada açıkça yazılı haller dışında, ölenin tüm alacakları, hakları ve zilyet bulunduğu malları mirasçılarına geçer. Bu durumda, yasalarda açıkça yazılı olanlar dışında kalan ve ölene ait bulunan bütün haklar, mallar ve borçlar mirasçılara geçeceğinden, dava açılmakla mameleki niteliğe dönüşen haklar da ölenin mal varlığının bir bölümünü oluşturacağından, bu davaları mirasçılarının takip etmeleri mümkündür. Yani, davacılara geçen takip hakkı, ileride mameleki bir hakka dönüşmesi muhtemel davaları da içermektedir. Çünkü dava, “hak” kavramının kapsamı içindedir. Bu nedenle dava hakkı da diğer haklar gibi murisin ölümü ile mirasçılarına intikal eder.

TMK’nın 605. maddesinin birinci fıkrasındaki “Yasal ve atanmış mirasçılar mirası reddedebilirler.” hükmü gereğince yasal ve atanmış mirasçıların mirası, TMK’nın 606. maddesinin birinci fıkrasındaki “Miras, üç ay içinde reddolunabilir.” hükmü gereğince üç ay içinde reddedebilecekleri, bu üç aylık sürecin hak düşürücü süre oldu­ğu, bu sürenin miras bırakanın ölümünü öğrendikleri tarihte başlayacağı, atanmış mirasçıların miras bırakanın tasarrufunun kendilerine resmen bildirildiği tarihten iş­lemeye başlayacağı bildirilmiştir.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 55 maddesinin; “Taraflardan birinin ölümü hâlinde, mirasçıların mirası kabul veya reddetmemişse, bu hususta kanunla belirlenen süreler geçinceye kadar davanın erteleneceği, bununla beraber hâkimin, gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde, talep üzerine davayı takip için kayyım atanmasına karar verebileceği” hükmü gereği bir davada karar verilinceye kadar taraflardan biri ölürse, ölen kişinin taraf ehliyeti son bulur, bu durumda ölenin mirasçılarını da ilgilendiren, mirasçıların mal varlığı haklarını da etkileyen davaları, ölen tarafın mirasını reddetmeyen mirasçılarının mecburî dava arkadaşı olarak hep birlikte takip etmeleri gerekir.

Dolayısıyla davaya devam edebilme hakkı, 3 aylık süre içinde mirasın yasal ve atanmış mirasçılar tarafından reddedilmemesi halinde söz konusu olacaktır. Ancak AİHS’nin 6. maddesinde yer alan adil yargılanma hakkının delaletiyle ”Hukuki dinlenilme hakkı” gereği mirasçıların mahkeme tarafından dinlenilmesi ve her türlü iddialarını ileri sürüp karşı iddiaları çürütmesine imkan tanınması gerekmektedir.

Yargıtay’ın bir kararında; “6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 27. maddesinde “Hukuki dinlenilme hakkı” düzenlenmiştir. Buna göre, davanın taraflarının yargılama ile ilgili bilgi sahibi olma, açıklama ve ispat hakkı bulunmaktadır. Maddenin gerekçesinde açıklandığı üzere bu hak Anayasanın 36. maddesinde ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının en önemli unsurudur. İddia ve savunma hakkı olarak da bilinen bu hak, tarafların yargılama konusunda tam bilgi sahibi olmalarını, açıklama ve ispat hakkını tam ve eşit olarak kullanabilmelerini, yargı organlarının da bu açıklamaları dikkate alarak gereği gibi değerlendirme yapıp karar vermelerini zorunlu kılmaktadır. Hakim tarafları dinlemeden veya açıklama ve ispat hakkını kullanmaları için kanuna uygun biçimde davet etmeden hükmünü veremez.” denilmekle, yine başka bir kararında; “Davalının yargılama aşamasında, davanın açılmasından sonra ancak karardan önce vefat ettiği anlaşılmaktadır. Mahkemece, davacıya mirasçıların tespiti ile HMK’nın 124. maddesi gereğince davaya dâhil edilmeleri için süre verilmesi, davaya dâhil edilen mirasçıların gösterdiği deliller toplanmalı ve elde edilecek sonuca göre hüküm kurulmalıdır.” denilmekle, taraf teşkilinin dava şartı olduğuna, taraf  teşkilinin sadece davanın açılması aşamasında değil, yargılamanın diğer aşamalarında da önem taşıdığına, dolayısıyla davanın her aşamasında mahkemece re’sen dikkate alınması ve  mahkemenin, dava dilekçesini ve duruşma gününü taraflara kendiliğinden tebliğ edip taraf teşkilini sağlamak için ölen tarafın mirasçılarına tebligat yapması gerektiğine yer verilmiştir.

Dava sırasında taraflardan birinin ölümü halinde, ölen tarafın davacı veya davalı olması, davanın türü ve davada gelinen aşamaya göre izlenecek yollarda da farklılıklar söz konusu olabilmektedir. Örneğin Yargıtay bir kararında dava sırasında ölen davacı ise “mahkemenin davacının mirasçılarına usulüne uygun olarak tebligat yaparak mirası reddetmeyen mirasçıların mecburi dava arkadaşı olarak davada yer almalarını sağlaması  ve mirasçılar davayı birlikte takip etmekten kaçınırlarsa miras şirketine kayyım tayin ederek  taraf sıfatı şartı sağlandıktan sonra yargılamaya devam edilmesi” yönünde hüküm tesis etmiştir.

Ancak ölen davalı ise dava, davalının mirasçılarının hepsine karşı birlikte devam ettirilir. Bu durumda mahkemece duruşma gün ve saati ölen davacının yasal mirasçılarına tebliğ edilmelidir. Bu durumda mahkemenin işi, tebligat ile mirasçılara davayı hep birlikle takip etmeleri veya tek mirasçı takip edecekse davayı takip edecek mirasçının diğer­lerinin onayını alması veya miras şirketi ise miras şirketine atanacak temsilci aracılığıyla davanın takip edilmesi gerektiğini ölen tarafın mirasçılarına bildirmek ve bu durumlardan hangisi gerçekleşirse ona göre yargılamaya devam ederek davayı sonuçlandırmaktır.

Davanın türü ve gelinen aşama bakımından ise aşağıda örnekler ile açıklamalar yapılmıştır. Örneğin, idari yargılamada taraflardan birinin dava devam ederken hayatını kaybetmesi halinde, HMK’nın 55. maddesi uyarınca davaya mirasçılar devam edebilecektir; bu kural 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 26. maddesinde özel biçimde düzenlenmiştir.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 26. Maddesinde; “1. Dava esnasında ölüm veya herhangi bir sebeple tarafların kişilik veya niteliğinde değişiklik olursa, davayı takip hakkı kendisine geçenin başvurmasına kadar; gerçek kişilerden olan tarafın ölümü halinde, idarenin mirasçılar aleyhine takibi yenilemesine kadar dosyanın işlemden kaldırılmasına ilgili mahkemece karar verilir. Dört ay içinde yenileme dilekçesi verilmemiş ise, varsa yürütmenin durdurulması kararı kendiliğinden hükümsüz kalır. 2. Yalnız öleni ilgilendiren davalara ait dilekçeler iptal edilir.” hükmüne yer verilmiş olup yalnız öleni ilgilendiren davalar dışındaki davaların takip hakkının mirasçılara geçebileceği hükme bağlanmış; fakat bu davaların hangi tür davalar olduğu belirtilmemiştir.

Danıştay’ın bir kararında; “Davacının 1956 yılında teslim ettiği pamuğa karşılık olarak verilen iki adet baraj hissesine düşen payının, 1957 yılından bu yana kendisine ödenmediğinden bahisle, bu tarihten itibaren hesaplanacak meblağın kanuni faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle bakılan davanın açıldığı, temyiz aşamasında, UYAP Entegrasyon sisteminden alınan nüfus kayıt örneğinin incelendiğinde davacı K1’in 30.4.2013 tarihinde hayatını kaybettiği anlaşılmış olup, bakılan uyuşmazlıkta, var olduğu iddia edilen alacak hakkının hukuken mirasçılara intikal edecek olması nedeniyle dava konusu işlemin, sadece öleni ilgilendiren bir işlem olmadığının kabulü gerekmektedir.” denilmekle mirasçıları ilgilendiren davalar örneklendirilmiştir.

Danıştay’ın bir diğer kararında ise; “Yalnız öleni ilgilendiren davalar, vatandaşlığa alınma, sınır dışı edilme, sınav iptali gibi davacının ölümüyle birlikte konusuz kalan, özellikle mirasçılara intikali elverişli olmayan hakları ilgilendiren, davacının şahsıyla doğrudan doğruya ilişkili olan davalardır ve pratikte uygulamalar ile şekillenmiştir.” denilmek suretiyle yalnız öleni ilgilendiren davalar örneklendirilmiştir.

Boşanma davası esnasında taraflardan birinin ölümü halinde, evlilik birliği, ölümle sonuçlanacağından, artık mahkeme, boşanma ile ilgili hüküm  tesis etmeyecektir. Ancak davacının  mirasçıları, davaya devam ederek, davalı eşin boşanma davası açılmasında kusurlu olduğunu ispat ederek davalı eşin miras dışı kalmasını sağlayabilir.

Bu durumda mahkeme, davalı eşin kusurlu olduğuna kanaat getirir ise, vereceği hükümde, davalı eşin miras dışı kalacağına değinemez. Mahkeme sadece, ” Ölüm nedeniyle evlilik birliği son bulduğundan, boşanma hususunda karar vermeye yer olmadığına ve davalı eşin boşanma davasının açılmasında kusurlu olduğunun tespitine” şeklinde hüküm tesis eder. Bu karar ile birlikte mirasçılar, sulh hukuk mahkemesine müracaatla, davalı eşin mirasçı olamayacağını, boşanma davasında kusurlu olduğunun tespit edildiğini beyan ederek, davalı eşin mirasçı olmadığına dair veraset ilamını mahkemeden alabilirler. Bunun için, aile mahkemesi kararının kesinleşmesi gerekecektir.

Nitekim Yargıtay’ın bir kararında; “Davalı karar düzeltme talep etmiş, isteği 20.03.2012 tarihinde reddedilmiştir. Ne var ki karar düzeltme incelemesinden önce 12.03.2012 tarihinde davacı koca ölmüş, bu husus Yargıtayca bilinmediği için davalının karar düzeltme talebi Dairemizce esastan incelenerek reddedilmiştir. Davacının karar düzeltme incelemesinden önce ölümüyle evlilik sona ermiş olup, ölüm olayı Yargıtay kararına etkili ve kararı değiştirecek niteliktedir. Karar düzeltme incelemesinin yapıldığı tarihte davacı öldüğüne göre, evlilik ölümle sona ermiş olup, bu halde konusunu devam ettiren bir boşanma davası kalmamıştır. Bu bakımdan karar düzeltme isteğinin reddine ilişkin Dairemiz kararının dayanağı bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle Dairemizin maddi hataya dayalı olarak tesis edilen kararının kaldırılmasına, davalının karar düzeltme talebinin kabulüne ve yerel mahkeme kararının boşanma davasının ölüm nedeniyle konusu kalmadığından bu konuda ve davacı mirasçısının kusur yönünden davayı takip etmesi nedeniyle bu hususta karar verilmek üzere bozulması gerekmiştir.” denilmek suretiyle karar düzeltme aşamasında olsa dahi davanın halen devam ettiği, bu aşamada  da taraflardan birinin ölümü halinde evlilik ölümle sona ermiş sayılacağı için boşanma hususunda karar vermeye yer olmadığına ve davalı eşin boşanma davasının açılmasında kusurlu olup olmadığının tespitine karar verilmesi gerektiğine yer verilmiştir.

Anlaşmalı boşanma davasında da anlaşmalı boşanmaya ilişkin hükümden sonra ancak karar kesinleşmeden önce davanın taraflarından biri öldüyse evliliğin ölümle sona ermiş olacağı ve mirasçıların talebi nedeniyle ölen tarafın kusurunun belirlenmesi yönünde karar verilmesi gerektiği izahtan varestedir.

Öte yandan Anayasa Mahkemesi’ne yapılan bir bireysel başvuru söz konusu ise ve başvurucu bireysel başvuru tarihinden sonra vefat etmiş ise uygulanacak usule dair 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu Ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’da ve İçtüzük’te bir hüküm bulunmamaktadır. Bu sebeple başvurucuların başvuru tarihinden sonra vefat etmeleri hâlinde uygulanacak usule dair ilgili usul kanunlarında bireysel başvurunun niteliğine uygun düşen hükümler uygulanacaktır. Anayasa Mahkemesi bir çok kararında; “Asli görevi Anayasa’yı yorumlamak, böylece Anayasa’da yer alan temel hak ve özgürlüklerin kapsam ve sınırlarını belirlemek olan Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru yolunda başvurucuların başvuru tarihinden sonra vefat etmeleri hâlinde 3 ay içinde mirası reddetmeyen mirasçıların başvuruya devam etmelerini sağlama yükümlülüğünü üstlenmesinin, Mahkemenin asli görevini yerine getirmesi önünde engel teşkil edecek ve böylelikle Mahkemeyi temel işlevinden uzaklaştırabilecek olması nedeniyle bireysel başvurunun niteliğine uygun düşmediği, bu sebeple İçtüzük’ün 80. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ç) bendine göre başvurunun incelenmesinin sürdürülmesini haklı kılan bir sebebin olmadığı kanaatine varılması hâlinde başvurunun düşmesine karar verebileceği, bununla birlikte İçtüzük’ün 80. maddesinin (2) numaralı fıkrası gereği Anayasa’nın uygulanması, yorumlanması veya temel hakların kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi ya da insan haklarına saygının gerekli kıldığı hâllerde başvurunun incelenmesine devam edilebileceği öngörülmüştür.”şeklinde hüküm tesis etmektedir.

Davanın Ölü Birine Karşı Açılması

Gerek Türk Medeni Kanunu gerekse Hukuk Muhakemeleri Kanunu, dava açıldığı zaman hayatta bulunan kişiler yönünden düzenleyici hükümler koymuş, ancak ölen kişiler hakkında açılacak davalar yasalarımızda yer almamıştır.

Bununla birlikte, dava ehliyeti 6100 sayılı HMK’nın 51. maddesinde dava şartı olarak benimsenmiş olup, dava şartlarının davanın açıldığı tarihten hükmün kurulduğu tarihe kadar varlığını devam ettirmesi temel kural olduğundan davanın açıldığı tarihte mahkemece re’sen gözetilmesi, dava şartı eksikliği bulunması halinde de yargılama sırasında tamamlanarak davanın sonuçlandırılması gerekir.

Dolayısıyla ölü kişinin taraf ehliyeti olmadığından kural olarak ölü kişi adına ve ölü kişiye karşı dava açılması olanağı bulunmamaktadır. Aynı şekilde kural olarak ölü kişi aleyhine dava açılması halinde davanın mirasçılara yöneltilmesine de olanak yoktur.

Davacının, dava açarken davalının taraf ve dava ehliyeti durumunu araştırması beklenir. Ne var ki davacının, davalının ölü olduğunu bilmemesi kimi zaman hataya dayalı olabilir. Nitekim HMK’nın 124. maddesinde; “Bir davada taraf değişikliği, ancak karşı tarafın açık rızası ile mümkündür. Bu konuda kanunlarda yer alan özel hükümler saklıdır. Ancak, maddi bir hatadan kaynaklanan veya dürüstlük kuralına aykırı olmayan taraf değişikliği talebi, karşı tarafın rızası aranmaksızın hâkim tarafından kabul edilir. Dava dilekçesinde tarafın yanlış veya eksik gösterilmesi kabul edilebilir bir yanılgıya dayanıyorsa, hâkim karşı tarafın rızasını aramaksızın taraf değişikliği talebini kabul edebilir. Bu durumda hâkim, davanın tarafı olmaktan çıkarılan ve aleyhine dava açılmasına sebebiyet vermeyen kişi lehine yargılama giderlerine hükmeder.” şeklinde düzenleme yer almaktadır. Bu maddenin gerekçesinde de vurgulandığı üzere, taraf değişikliğini mutlak olarak davalının rızasına bağlamak “usul ekonomisi ilkesi” (HMK m. 30) ile bağdaşmaz.

Bu halde davacı kendisinden beklenen tüm çaba, özen ve önlemlere rağmen davalının sağ olup olmadığını tespit edememiş ise, ya da tespit edememe durumu bir yanılgıya dayanıyor ve bu durum açıkça dürüstlük kuralına aykırılık arz etmiyorsa, bu dava ilişkisinde, daha sonra da kendilerine karşı dava açılması muhtemel olan mirasçılara, yani gerçek taraflara karşı davaya devam edilmesi mümkün olmalıdır.

Nitekim Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı’nda da dava tarihinden önce ölen kişinin taraf ehliyetini yitireceği, aleyhine dava açılamayacağı, dava tarihinde şahsiyeti sona ermiş kimsenin mirasçılarına halefiyet kuralı uygulanamayacağından davaya dahil edilmek veya dava ıslah edilmek suretiyle davaya devam edilemeyeceği vurgulanmış, bu doğrultudaki içtihatlar kararlılık kazanmıştır.

Sonuç

Sonuç olarak, derdest bir dava sırasında taraflardan birinin ölümü halinde TMK  m. 28 gereği ölen tarafın taraf ehliyeti son bulur. Bu durumda bahse konu dava yalnız ölen kişinin değil mirasçılarının da etkilendiği bir dava ise HMK m.55 gereğince bu mirasçıların davayı mecburi dava arkadaşı olarak takip etme hakları olacaktır. Aksi halde davaya devam edilemeyecektir.